Timur Alp Büyüyor:))

Timur Alp Ağkuş

29 Aralık 2010 Çarşamba

Cabaret


Şehir tiyatrolarından bir oyun daha KABARE..
Müzikalin konusu şöyle; bir kabare aktristi ile Amerikalı bir yazarın kısa ömürlü aşkı ile onları kuşatan büyük toplumsal kaosu anlatıyor.
Şimdiye kadar izlediğim en sıkıcı müzikaldi.
Bir de bir gerçek varki o da MERT TURAK,MERT TURAK MERT TURAK...nasıl bir performanstır anlamadım, muhteşemdi..Onun olduğu sahneler ve sarkılar bir harika dansçı kızları da es gecmemek lazım ama konusu ıtıbarıyle ağır ve diyaloglar çok yavas..müzikale yakışmadı gibi..Ama gene de görüş görüşü karşılar gidin görün konusalım:)

28 Aralık 2010 Salı

Hasretinden Prangalar Eskittim / Ahmet Arif

Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.

Seni anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmeze,
Kahpe yalana.

Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya...
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana...

Seni bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...

Söylenecek birşey varmı???


Bana Şiiri sevdiren insan Ece Oz teşekkür ederim sana:)

21 Aralık 2010 Salı

Satranç / Stefan Zweig

Cezaevinde tesadüf eseri satranç kitabıyla buluşan mahkum, bütün cezaevi günlerinde albümde buluna yüz elli ustanın oyununu satranç tahtası ve taşları olmadan beyninde oynar.
Cezaevinden çıktıktan sonra da yirmi beş yıl gerçek anlamda hiç kimseyle satranç oynamaz. Ta ki, gemide dünya satranç şampiyonuyla karşılaşıncaya kadar.
Final gemide geçer, soluklar tutulmuştur; dünya şampiyonu, hayatında ilk kez satranç oynayan eski bir mahkum karşısındadır…

Bu kitabı okuyup da satranca karşı duyarsız kalınmaz…


New York'tan Buenos Aires'e giden bir yolcu gemisinde yolcular arasında bulunan bir milyoner, dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic'e, ücreti karşılığında, bir parti satranç oynamayı teklif eder. İkisinin oyununu izleyen Avusturyalı bir göçmen, Dr. B., oyun sırasında kendini tutamayıp onlara karışınca şampiyonla karşılaşması önerilir kendisine. Gestapo tarafından bir otel odasına kapatılan ve uzunca bir süreyi bu odada, tek başına ve oyalanarak hiçbir şeyi olmadan geçiren, yalnızca sorgulama için odadan çıkarılan Dr. B., bir gün rastlantıyla eline geçirdiği bir satranç kitabı sayesinde bu oyunun inceliklerini öğrenmiştir. Satranç tahtası ve taşları olmamasına rağmen, önce ekmekten yaptığı satranç taşlarıyla sonra da tümüyle zihninden oynayarak kuramsal bir satranç ustası olup çıkar. Ancak bu tutkusu yüzünden sinir krizine, beyin ateşine yakalanır. Tedavi olur, arkasından da serbest bırakılır. Yirmi yıldır eline satranç taşı almamış olsa da, Dr. B., gemide satranç şampiyonuyla oynadığı oyunu inanılmaz bir biçimde kazanır. Kendini olayın heyecanına kaptırarak maçın rövanşını oynamayı isteyince şaşırtıcı bir son bekler onu. Stefan Zweig'ın büyük bir ustalıkla kaleme aldığı kısa, ama yoğun romanı, "Satranç", gerilimli kurgusu, kahramanının ruhsal gelgitlerinin incelikle işlendiği dokusuyla bir solukta okunuyor. (arka kapaktan)

20 Aralık 2010 Pazartesi

Küçük Prens / Antoine de Saint-Exupéry

Bu kitap bana ilk okul 5.sınıfta iken babamın doğumgünüm hediyesi idi ve ben bu kitabı her dopum günümde okuyarak bambaşka rüyalara dalarım..cocuk kitabı nıyetın eyazılmıs olsada simdiler de her yaşıtın tekrar tekrar okumak istediği bir kitaptır.
Ben de bu tutku koleksiyonerliğe girdiğinden ben de 68 adet farklı cevırı ve baskısı var.en eski olanı ise 1943'e ait.japonca arnavutca ıngılızce fransızca olmak üzere de farklı dilleri var..benim cocukluguma ve gençliğime ait vazgecemdiğim basucu kitabım:))

10 Aralık 2010 Cuma

Bin Muhteşem Güneş / Halit Hüseyni (Khaled Hosseini)


1960'ların ortasından başlayıp 2003'e kadar gelen hikayede, Meryem ve Leyla'nın hüzünlü, iç burkan ve son derece gerçek, yıllar içinde kesişip bütünleşen hayatlarını, Han, Sovyetler, Mücahitler, Taliban ve Karzai sürecindeki siyasi fonda okuyorsunuz. Dili çok sade ve mesaj kaygısından uzak olan kitap, bana biraz Persopolis isimli çizgi filmi hatırlattı. Sonuçta ülkelerin yaşadığı siyasi süreç birbirine yakın olunca, bireylerin etkilenme şekilleri de pek farklı olmuyor.

Kitaptaki kurgu o kadar güzel ki, olaylar hiç beklemediğiniz noktada kesişiyor, karamsarlaşıyor veya içine güneş doğuyor. Bundan sonra daha ne olabilir dediğim sayfadan sonra, daha 200 sayfa falan vardı ve şimdi sorsanız 1 satırı bile çıkartamam.

Aşk, ihanet, dostluk, hasret, hayal kırıklığı, umut kısaca insana dair herşeyi bu kitapta bulacağınızı garanti ediyorum. Yazım da, çeviri de çok başarılı. Pişman olmayacaksınız.

Dört Kişilik Bahçe / Murathan Mungan


Şehir tiyatroları oyunlarından.Murathan MUngan yazmış, Ersin Umulu yönetmiş.Dün akşam izledik.
Oyun bir aile dramını anlattığı için seyredecek olanlar ruh hallerini düşünerek gitmeliler bence.Sakin ve duygu yüklü bir oyun tabi anlayana.Ama keşke diyaloglar biraz daha hızlı olabilseydi.Ben bazı sahnelerde koptum.
Dekor o kadar güzel ki bakmaya doyamıyor insan.Tam da bu mevsimlik bir oyun anlayacağınız.OYunculuklar arasında sadece Sevil Akı diyebilirim.Sen nasıl bir insansın.Oyundan pişman ayrılmamamın tek sebebi.oyun 1,5 saat sürüyor.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Uçurtma Avcısı / Halit Hüseyni (Khaled Hosseini)


İki farklı etnik kökenin arkadaşlığı çerçevesinde, dostluk, bağlılık , sadakat, vicdan üzerine bol bol düşündüren ve bir yandan da Afgan halkının tarihsel gelişimini gözler önüne seren bir roman.Çocuk, yaşlı farketmeden yaşanan bunca acının gerçek olması ürpertti beni. Memleketini bırakmak zorunda olmak, geri dönememek, döndüğünde sana ait bir şey bulamamak. Çocukların akıllarının almayacağı acılara , zorluklara maruz kalmaları, tacizlerle yaralanmış ruhlar, hepsi var bu Uçurtma Avcısı’nda..
Uçurtma Avcısında çalınan o kadar çok şey var ki, hepsine ayrı ayrı üzüldüm. O kadar sürükleyici ki bu kitabı gözyaşlarına hakim olarak okuyan var mı acaba??

30 Kasım 2010 Salı

Beğendiğiniz Gibi / William Shakespeare


Beğendiğiniz gibi'yi Dün akşam Devlet tiyatroları cevahir sahnesinde izledik tabii ki eşimle:)
Roslinda karakterini Mİne Tugay'dan izlemenin keyfi bambaşka idi zira bundan sonraki oyunlarda o olmayacakmıs.

oyun; Shakespeare'nin en sevilen komedilerinden Beğendiğiniz Gibi, zorbalıkla kardeşi tarafından Arden Ormanı'na sürgün edilen Büyük Dük'ün ve ailesinin başına gelenleri anlatır. Dük'ün kızının bir gence ilgi duymasıyla birlikte oyun, Shakespeare komedilerinin çoğunda olduğu gibi tesadüfler, kılık değiştirmeler ve yanlış anlamalarla gelişir ve gittikçe karışarak izleyiciye keyifli saatler yaşatır..

Oyun 2 perde sürüyor ve biz ikinci perdeyi daha çok sevdik.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Açlık OYunları / Ateşi Yakalamak / Alaycı Kuş - Suzanne Collins

sıkılıyorum,ne okusam dıye dusunuyorum,bir solukta okunsun ve bitsin diyorum diyosan bu kitapları al ve oku başka söze gerek yok:))

7 Kasım 2010 Pazar

Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz



 Konu; Yaşar, okula başlarken nüfus kaydına göre ölmüş olduğunu öğrenir. Bundan sonra hiçbir olayda da yaşadığını anlatamaz. Ama iş babasının vergi borcunu ödemeye gelince "resmen ölü" olduğunu söyleyip kurtulamaz da... Sevdiği kızla evlenemez, çünkü nüfusta kaydı yoktur. Babasından kalan mirası alamadığı gibi, yaşadığını ispat için başvurduğu bürokrasi girdabında kaybolur. Baba olur, oğlunu nüfusa kaydettiremez ve memura hakaretten düştüğü cezaevinde hayatı öğrenir. Büyük mizah ustamız Aziz Nesin'in devlet-birey ilişkisini sorguladığı bu oyunda, "vatandaş" Yaşar'ın bürokrasi karşısındaki ezikliği anlatılıyor. sonunun" neden, nasıl, ne zaman, yaşanacağını merak ediyorsanız beklemeye gerek yok.

Şehir tiyatroları sahnelerinde oynanmakta.2 saat 45 dakika sürüyor.uzun deyip gitmemezlik etmeyin.MErt turak performansını kacırmayın.
Harika
müthiş
10 defa gitsem bıkmam.
Her sezon oynamalı.
emeği geçen herkesi kutluyorum.İyi ki varsınız da böyle güzel şeyler oluyor..

14 Ekim 2010 Perşembe

Surname / Yiğit Sertdemir


Surname ŞEhir tiyatrolarının bu seneki oyunlarından biri.

Kocasının ölümünün ardından açtığı sahafında, özel bir nedenle geceyi bekleyen Sühendan Hanım, kocasına ait hiç görmediği notlarla karşılaşır. Bu notlar, kocasının kendisi için düşündüğü "sözde şenliğe" dair fikirleri içermektedir. Yazılanları şaşkınlıkla okumaya başlayan Sühendan Hanım; kendisini bir düşün içinde, geçmiş ile bugünün İstanbul'u arasında gerçekleşen bir şenliğin tam ortasında bulur.

Keyifle yazıldığı, keyifle üretildiği, keyifle oynandığı belli, keyifle izlendiği kesin:))

Kuklaları yaratan candan seda balaban ve diğer bütün ekibi kutlarım..

10 Ekim 2010 Pazar

Vahşet Tanrısı


Vahşet Tanrısı; devlet tiyatrolarının bir oyunu.
konusu ise şöyle: Çocukları kavga etmiş olan iki aile “medeni bir uzlaşmaya varmak” istemektedir. “Kibarca” konuşmaya başlarlar aralarında. Ama sonunda kıyamet kopar. Çünkü hayatları farklı mutsuzluk biçimlerinden oluşan bu dostlarımız şu gerçeği bilmiyorlardır: İnsan aşkı ve evliliği hayalleriyle –yeteneğiyle- yaratır ve karakteriyle mahveder.
Karakter kaderdir!
Ve çocuklar evden çıkıp “hayata karışırlar”.

Zerrin Tekindoru Aşk-ı memnu'da tanımıştım.Daha doğrusu göze batmaya orda başlamıştı sanki.Ama burda bir harikaydı.BEn sadece onun performansını seyretmek için bile tekrar tekrar seyredebilirim.

'spoiler'

Zerrin Tekindor'u gercekten kusarken görsem o kadar inanabilirdim'işte böle güzel bir oyun..

5 Ekim 2010 Salı

Diyalog 1


Herkesin bildiği gibi 14 Eylül-3 Ekim arası sahaf festivali vardı.

Ve ben öyle diyaloglarla karşılastım ki bunları artık bir deftere dökmeye karar verdim.

buraya da sık sık yazacağımı düşünmekteyim:)

beni böyle bir bölüm açmaya iten son nokta ise şöyle başlamakta..

Kitapçı arkadaşlarımızdan birine penguen yayınları hamlet varmı diye soran bir genç karşılığında evet var deyip penguen dergileri göstererek seç kızım deyivermiştir.

ben şaşırmakla birlikte gülme krizinin tavanına vurmuş vaziyette olay yerinden ayrıldım..

tabi buna "ağlanacak halimize gülüyoruz" demek daha doğru olur..

ne yazık ki artık herkes kitapçı olmaya başladı.buna bir dur demek gerek..

27 Eylül 2010 Pazartesi

Sineklerin Tanrısı

Bu kitabı İkinci kez okumaya çalıştığımda bitirebilmiştim.İlkinde bir paragrafı okuduktan sonra yüreğim kaldırmamıştı.Ama ikincisinde demekki bende artık bunlar kadar vahşi olmusumki pek etkilememişti ve rahatça okumustum..
Kitap; günümüzde bir atom savaşı sırasında, ıssız bir adaya düşen bir avuç okul çocuğunun, geldikleri dünyanın bütün uygar törelerinden uzaklaşarak, insan yaradılışının temelindeki korkunç bir gerçeği ortaya koyma savasını anlatıyor..Yüreğim biraz vahşet dolsun isteyene önerilir..:))

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Aşk'la kurabiye yapmak:)


bu hafta sonu evde oturalım dedik.Ama benim canım sıkıldı hadi kurabiye yapalım dedim.yeni kurabiye kalıpları almıştım.asıl amacım onları denemekti:)
eğlenceli + romantik bir gündü deneyin:))

10 Haziran 2010 Perşembe

Puslu Kıtalar Atlası / İhsan Oktay Anar

Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar’ın ilk kitabıdır. Ben bu kitabı okuyalı yaklaşık 5-6 sene oldu ancak her fırsatta ve her yerde tanıtmamın boynumun borcu olduğunu düşünüyorum. Yaklaşık 250 sayfa olan bu kitabı bir gecede bitirdiğimi söylersem sanırım kitabın ne kadar güzel bir kitap olduğunu anlarsınız. Ömrümde okuduğum en iyi kitaptır diyebilirim. Bundan da hiç gocunmam hani.

Kitabın beni en çok etkileyen yönü kurgusuydu. Yazar kurguyu öylesine karıştırmış ve öylesine bilmecemsi bir şekilde vermiş ki çözebilene helâl olsun. İlk bölümde bahsettiği bir olayın nedenini kitabın sonunda söylemiş ya da kitabın sonunda olan bir şeyin nedenini bilmem kaçıncı sayfada vermiş falan… Bu yönü ile tam bir postmodernist kitap diyebilirim. Kurgu güzelliğinin yanında yazarın üslûbu beni etkileyen önemli şeylerden.


Kitabın arkasından :
Yeniçeriler kapıyı zorlarken Uzun İhsan Efendi hala malum konuyu düşünüyor, fakat işin içinden bir türlü çıkamıyordu... 'Rendekar doğru mu söylüyor? Düşünüyorum, öylese varım. Oldukça makul. Fakat bundan tam tersi bir sonuç, varolmadığım, bir düş olduğum sonucu da çıkar: Düşünen bir adamı düşünüyorum. Düşündüğümü bildiğim için, ben varım. Düşündüğünü bildiğim için, düşlediğim bu adamın da varolduğunu biliyorum. Böylece o da benim kadar gerçek oluyor. Bundan sonrası çok daha hüzünlü bir sonuca varıyor.
Düşündüğünü düşündüğüm bu adamın beni düşlediğini düşlüyorum. Öylese gerçek olan biri beni düşlüyor. O gerçek, ben ise bir düş oluyorum.'Kapı kırıldığında Uzun İhsan Efendi kitabı kapandı. az sonra başına geleceklere aldırmadan kafasından şunları geçirdi: 'Dünya bir düştür. Evet, dünya..Ah! Evet, dünya bir masaldır.'

23 Nisan 2010 Cuma

BOYALI KUŞ


Öncelikle Rus asıllı Polonyalı yazar Jerzy Kosinski tarafından 1955 yılında yazılmış ve 36 dile çevrilmiştir.
Konusu kısaca şöyle; savaşın ilk haftalarında nazi karşıtı baba başına bir şey gelir endişesiyle küçük çocuğunu doğuda uzak bir köye gönderir.Bu köyde bakımını üstlenen yaşlı kadın vefat edince bu küçük çocuğa köylüler bakmaya başlamışlardır.ve bu çocuk köylülerin yanında vahşeti öğrenecektir.acaba kendine kalabilecek güvenli bir yer bulabilecek midir? ( merak edip okuyun istiyorum.)

Ben bunu yıllar önce okumak istediğimde babam hayır olmaz diye elimden almıştı.ve ben hep merak etmiştim.
Üniversiteyi kazanıp şehir dışına giderken yanıma aldığım tek kitaptı. Çok etkilenerek okumuş ve bütün arkadaşlarıma okutmuşumdur.

Bu kitabı herkese içindeki şiddet öğelerine rağmen her yaşa şiddetle tavsiye ediyorum

15 Nisan 2010 Perşembe

Tarla Kuşuydu Juliet

Bekleyen postlarımı yayınlamaya karar verdim.Peşpeşe yayınlayayım da bundan sonra bari sık sık yazmaya zorlayayım kendimi:))

oyunu geçen sezon izlemiştik.bu sezon da annemleri götürdüm.Bir daha bir daha izleyebilirim.oyun istanbul büyükşehir belediyesi oyunlarından.
Tarla Kuşuydu Juliet'te, Shakespeare'in yüzyıllardır insanları gözyaşına boğan karakterleri Romeo ve Juliet, Ephraim Kishon'un yeni kurgusunda günlük yaşantı ve çığrından çıkmış bir evlilik içinde ele alınıyor. İntiharın eşiğinden döndükten sonra evlenip bir de çocuk sahibi olan "kıdemli aşıklar" kimsenin öngöremediği bir hayatı sürdürürler. Bu dünyanın yaratıcısı Shakespeare mezarında ters döner ve olaylara müdahale etmek üzere eve gelir.
Oyun makarna yapan oyuncularla başlıyor ve oyun bittiğinde kendınızı gece yarısı evde makarna yerken buluyorsunuz.o kadar etkileyici yani:))
Oyunda çalınan ve Sevinç Erbulak ve Engin Alkan'ın seslendirdiği müzikler müthişti.GElecek sezonda kaçırmayın derim

20 Mart 2010 Cumartesi

Romeo Ve Juliet / William Shakespeare


Şehir tiyatrolarından bir oyun.
İki aile arasında bitmek bilmeyen bir nefret ve düşmanlığın gölgesinde yeşeren büyük bir aşk… Shakespeare'in en meşhur eseri Romeo Juliet. Bu öyküyü bir aşk söylencesine dönüştürerek, temel bir "aşk" imgesi yaratan Shakespeare, bu yolla acımasız toplumsal gerçeklerle gerçek sevgi arasındaki çelişkiyi gözler önüne seriyor. Bu büyük aşk tragedyasının temelinde yatan aile düşmanlığı yüzünden, Romeo ve Juliet arasındaki aşk, ancak sevgililerin ölümüyle "ölümsüz" bir kimliğe bürünüyor.
Muhteşem bir romeo ve juliet yorumu olmuş..performans yüksek, dekor etkileyici.

30 Ocak 2010 Cumartesi

Reklam Kokan Hareketler Bunlar

Bir gazeteci bizimle röportaj yaptı.Yani aslında biz birşeyler anlattık o olayı fazla dramatikleştirip hayatımızı senaryolaştırmış.Ama reklamın iyisi kötüsü olmaz deyip burda da paylaşayım:)
Kızı ve damadı ile aynı pasajda sahaf

Beyoğlu'ndaki Aslıhan Sahaflar Çarşı-sı'nda baba, kız ve damat aynı pasajda sahaflık yapıyor.
Ayça Kitapevi'nin sahibi İsmail İlbey muhasebeciliği bırakıp sahaf olmuş, ardından kızı bu mesleğe atılmış. Ailenin şehir dışına kız vermediğini öğrenen Mehmet Ağkuş, sevdiği kızla evlenebilmek için iki işyerinin yanına yeni bir dükkân açmış.
Yaprakları hafif sararmış, etiketi sökülmüş, dağılmasın diye kâğıt bantla yapıştırılmış kitaplar... Tozlu raflar, üst üste yığılmış kitapların bulunduğu bazen rutubet bazen kâğıt kokan sahaf dükkanları... Genelde bu dükkanların sahipleri emeklidir, deyim yerindeyse bir ayakları çukurdadır. Peki siz bir ailenin baştan aşağı sahaf olduğunu gördünüz mü? Baba, kız, damat mesela. İstanbul Beyoğlu'ndaki Aslıhan Sahaflar Çarşısı'nda bir aile aynı pasajda sahaflık yapıyor. Yaşları da öyle 60'larda 70'lerde değil. İşin doğrusu birbirlerine rakipler.
İsmail İlbey, Ayça Kitapevi'nin sahibi. Kızının ismini işyerine veren İlbey, 1990 yılında muhasebeciliği bırakıp sahaflık işine girmiş. Yeni mesleğini o kadar çok sevmiş ki kendisini örnek alan ve üniversite bitiren kızı da 2000 yılında aynı mesleği yapmaya başlamış. Hatta kızını isteyen Mehmet Ağkuş bile işini bırakıp aynı pasajda işyeri açmış. Şimdi bütün aile sabah kahvaltısını evde yapıp işyerlerinin kepenklerini rakip olarak kaldırıyorlar.
Baba İlbey muhasebeci iken sık sık işyerinin bulunduğu sahafa gelip gidiyormuş. Bir gün işinden sıkıldığını duyan kitabevlerinin sahiplerinden biri "Gel sana burada bir işyeri açalım." demiş. İlbey uzun süre bu fikrin üzerine kafa yormuş. Eşiyle istişare ettikten sonra onun verdiği altınları, bilezikleri satıp biriktirdiği üç beş kuruş parayla bu işe girişmiş. Önceleri çok zorlanmış ama sonradan işler rayına girmiş. İlbey, geçen bu süre içinde kendini sürekli yenilediğinden bahsediyor. "Bu işe başlamadan önce kitap okuduğumu sanıyordum. Bu mesleğin bana en büyük kazancı okuduğum kitaplar oldu." diyor. İlbey'in eşi de kısa zaman içinde bu değişime ayak uydurmuş. Onun için en büyük problem evde üst üste dizilen kitaplar.
Dükkâna ismini veren Ayça Ağkuş, ortaokuldan beri babasına yardım ediyormuş. Okuma alışkanlığını küçükken kazanan Ağkuş, büyüyünce babasıyla aynı mesleği yapmak için can atıyormuş. Zaten işyeri de onun üzerineymiş. Baba İlbey'in sözü Bayan Ağkuş'un kulağına küpe olmuş: Hangi mesleği yaparsan yap, üniversite mezunu ol! Ağkuş, üniversiteye hazırlanmış ve turizm işletmeciliği bölümünü kazanmış. Üniversiteye başlarken aynı bölümde okuduğu Mehmet Ağkuş ile tanışmış. Okul bitince damat Ağkuş elinde çiçekle kayınpederin kapısını çalmış. Aldığı cevap şaşırtıcı: Şehir dışına kız vermem. Aileler konuşmuş, istişareler yapılmış ve sonuç: Damat adayı Kâğıthane'de sahaf olsun. Damat Ağkuş Kâğıthane'de dükkânı açmış açmasına, ama evdeki hesap çarşıya uymamış. İş yapmadığı için işyeri depoya çevrilmiş. Kayınpederinin ve eşinin bulunduğu Beyoğlu'nda yeni bir dükkân açmış. Şimdi sahaflar çarşısının birinci katında Mehmet Ağkuş'a ait Eylül Kitapevi, zemin katında İsmail İlbey'e ait Ayça Kitapevi, iki dükkan ilerisinde ise Ayça Ağkuş'a ait Ayça Kitapevi yer alıyor.
Issız Adam, Uzak İhtimal filmiyle Ezel dizisinin birkaç bölümü burada çekildi
Ayça Kitapevi'nin bir diğer özelliği dizi ya da filmlerin bir kısmının burada çekilmiş olması. Örneğin Çağan Irmak'ın yönettiği Issız Adam filminde Alper, kitap bakan Ada'yı ilk bu sahafta görür. Ya da Ezel'in başrol oyuncucu Kenan İmirzalıoğlu, sevdiği kişiye bu dükkândan kitap alıp içine bir şeyler yazıp hediye eder.
İşyerlerinin filmde ve dizilerde görünüyor oluşu kendilerine yeni müşteriler kazandırmış kazandırmasına ama İsmail Bey bazı müşterilerden dolayı dert yanıyor. Çünkü gelip sadece Issız Adam'da Ada karakterinin sahafa sorduğu Çılgın Kalabalıktan Uzak kitabını ya da Kenan İmirzalıoğlu'nun baktığı Aşk-ı Memnu kitabını soranlar varmış.
Ayça Hanım, en büyük tanıtımı kendilerine Issız Adam filminin yaptığını söylüyor. Bu filmin gösterime girmesinden sonra Alper karakterinin satın aldığı plakları yok satmışlar. Satışlarla beraber başlarına ilginç olaylar da gelmiş. Bir gün bir kadın ve erkek kitabevine gelip, İsmail Bey'in eşiyle fotoğraf çekmek istemiş. Yoğun tartışmalar ve diyaloglarla bu sıkıntı tatlıya bağlanmış.
***
Çocuğumuz da sahaf olsun
Ayça-Mehmet Ağkuş çifti yaptıkları işi çok seviyorlar. Aynı mesleği yapmanın avantajları olduğu kadar dezavantajlarından da bahsediyorlar. Gün içinde pek fazla görüşmemeye dikkat ediyorlar. "Yarın çocuğunuz olduğunda, o da sahaf olmak istiyorum derse ne dersiniz?" sorumuza gülerek cevap veriyorlar: "Gurur duyarız."
Birbirimizden kitap aşırıyoruz
Sahaflardaki bazı kitaplar piyasada olmadığı için yüksek fiyata alıcı buluyor. Eski baskı bir kitabın fiyatı 250 milyon olabiliyor mesela. Ayça-Mehmet Ağkuş, kendilerinin ve babalarının tezgâhına düşen yeni kitapları sürekli denetliyorlarmış. Müşteri tutmak amacıyla bazen kitaplar tezgâh değiştiriyormuş. Yanlış anlamayın, hırsızlık değil tamamen yer değiştirme.

10 Ocak 2010 Pazar

Berci Kristin Çöp Masalları / Latife Tekin

"Bir kış gecesinde,gündüzleri kocaman tenekelerin şehrin çöpünü getirip boşalttıkları bir tepenin üstüne,çöp yığınlarından az uzağa, fener ışığında,sekiz kondu kuruldu" diye başlayan kitapta Latife Tekin kendine has güzel üslubuyla bu konduda yaşayanların hayatlarını anlatmış.Destansı bir anlatım var.Latife Tekin'in kitapları toplumda var olan ancak çok gözönünde olup da dillendirilemeyen olaylar ve hayatları anlatıyor.Anlatış şekli o kadar güzelki duyguları arabeskleştirmeden ama direk ve net şekilde.Sanki bir şiir gibi."Bir kış gecesinde,gündüzleri kocaman tenekelerin şehrin çöpünü getirip boşalttıkları bir tepenin üstüne,çöp yığınlarından az uzağa, fener ışığında,sekiz kondu kuruldu" diye başlayan kitapta Latife Tekin kendine has güzel üslubuyla bu konduda yaşayanların hayatlarını anlatmış.Destansı bir anlatım var.Latife Tekin'in kitapları toplumda var olan ancak çok gözönünde olup da dillendirilemeyen olaylar ve hayatları anlatıyor.Anlatış şekli o kadar güzelki duyguları arabeskleştirmeden ama direk ve net şekilde.Sanki bir şiir gibi.Çöplerden kendilerine hayat kurmuş insanların hikayeleri..
Hepsi gerçek ve o kadar canlı ki okurken çöptepeyi ve insanlarını hissetmemek elde değil...